7 Nisan 2015 Salı

Barselona

Elimizdeki tren saatlerine göre akşam hava karardığında Barselona’da olacağız ama kendi aptallığımız yüzünden maalesef bu saat biraz daha gecikiyor. Birinci aktarma, ikinci aktarma, üç, dört derken beşinci aktarmayı yapacağımız treni ağır davranmamızdan yani trenin kapıları kapanıp inemediğimiz için kaçırıyoruz maalesef ve mecburen bir sonraki durakta iniyoruz. Fransa’nın adını sanını bilmediğimiz ufacık bir köyünde resmen hapsoluyoruz. Moraller sıfırında altında çünkü Barselona’ya tek gidiş yolumuzu çöpe atıyoruz. İstasyondaki görevliden yardım istiyoruz ve adam bize tekrardan bir harita çıkarıyor. Ancak şöyle bir şey var. Resmen zamanla yarışacağız. Üç aktarma yapıp son istasyondaki Barselona trenine yetişmemiz gerekiyor. Başka çaremiz olmadığından düşüyoruz tekrar yola. Son istasyona geldiğimizde hemen Barselona trenini arıyoruz ve tam karşı peronda tren kalkmaya hazırlanıyor. Deparı bastığımız gibi tam kapılar kapanırken kendimizi içeri atıyoruz ve tren kalkıyor. Suratlarımızda saçma bir gülümsemeyle birbirimize bakıyoruz. Oysaki daha önceden ağır davranmamış olsak bu aksiyonu yaşadığımız saatlerde çoktan Barselona’ya varmış olacaktık. Birkaç saatlik tren yolculuğundan sonra Barselona’ya iniyoruz ve önceden rezervasyonumuzu yaptığımız hosteli aramaya koyuluyoruz. Fazla zorlanmadan da buluyoruz. O yorgunlukla da kendimizi yataklara attığımız gibi uyuyoruz. Sabah ilk iş şehri tanımak ve biraz yürümek. Şehrin merkezindeki La Rambla Caddesi bunun için oldukça uygun. Biraz yürüdükten sonra direkt olarak Nou Camp Stadyumu’na doğru gidiyoruz. Oraya kadar gitmişken görmek lâzım tabi. Giriş ücretini tam olarak hatırlamıyorum ama bizim bütçemiz için oldukça fazlaydı. Biz de bu stadın içerisine girme sevdasından vazgeçip etrafında turlamaya başlıyoruz ve şans yine bizim yanımızda. Stadın kapılarından biri çarpıyor gözümüze. Yarıya kadar açık. Çaktırmadan kapıdan içeri süzülüyoruz ve kendimizi stadın otoparkında buluyoruz. Hızlı hızlı merdivenleri çıkıp son basamağa geldiğimizde bir de bakıyoruz içerideyiz. Hemen birkaç fotoğraf çekiyoruz, şöylece bir stadı izliyoruz ve güvenlik yanımıza gelip bizi apar topar dışarı çıkarıyor. Oysa o kadar da dikkat etmiştik kimse görmesin diye ama olsun, yine de istediğimizi alıyoruz hem de bedavaya. Bu mutlulukla rotamızdaki diğer bir yer Gaudi’nin eseri Park Guell’e gidiyoruz. Oldukça huzurlu ve büyük bir yer. Kesinlikle görmeden gelmemeniz gereken yerler arasında. Birinci günü böylece bitiriyoruz ve hostelin yolunu tutuyoruz. Gün boyunca yürüdük. Aslında metro ağlarıyla her yere rahatça ulaşılabiliyor ama her şehirde olduğu gibi burada tercihimiz gerek maddi açıdan gerekse şehri daha çok gezmek açısından yürümek yönünde oluyor. Bir sonraki günün plânında teleferiklerle şehrin üst noktası olan Montjuic Tepesi’ne çıkmak ve buradan şehir manzarasını izledikten sonra yine Gaudi’nin bir eseri olan Sagrada Familia (Bitmeyen Kilise)’ya gitmek var. Sabah erken saatte tekrardan Barselona sokaklarındayız. Elimizdeki şehir haritasından yararlanarak bizi Montjuic Tepesi’ne götürecek teleferiklere ulaşıyoruz. Teleferik yolculuğu yaklaşık 3 – 4 dakika kadar sürüyor. Tepeye vardığınızda ise Barselona ayaklarınızın altında. Şehir manzarasını izleyerek epeyce bir süre geçiriyoruz orada. Daha sonra tekrardan teleferik kullanmayıp yürüyerek aşağı doğru iniyoruz. Şimdiki hedefimiz Sagrada Familia. Şehir haritasından bulmak oldukça kolay. Vardığımızda yine aynı hüsran. Müthiş bir sıra var. Aslında içeri girmeye niyetliyiz ama bu sefer sıra gerçekten bitecek gibi değil. Biz de Sagrada Familia’yı dışarıdan izleyip ve incelemekle yetinip yolumuza devam ediyoruz. Sonrasında ufak bir pişmanlık duymadık değil tabi inanın binanın dış yapısı bile gerçekten çok etkileyici. Sokaklarda yürümeye devam ederken birden gözümüze çok etkileyici bir bina çarpıyor ve anında bu binanın da bir Gaudi eseri olduğunu anlıyoruz. Adı ise Casa Mila. Sonrasında öğreniyoruz ki Barselona’nın en güzel binalarından biri olarak kabul ediliyormuş. Bugünü de bitiriyoruz ve birkaç şişe şarap alıp hostelin yolunu tutuyoruz. Hosteldeki insanlarla biraz muhabbet edip onlara şarap ikram ediyoruz. Geceyi bu şekilde geçirdikten sonra sabah ilk işimiz gidip birer bisiklet kiralamak oluyor. Amacımız son günümüzde hem şehri bisikletlerle daha da ayrıntılı gezmek hem de Barselona plajına ulaşıp denize girmek. Bisikletleri gün boyu kiraladıktan sonra hiçbir yol haritası çıkarmadan öylece sürüyoruz. Türkiye’de bu kadar rahat bisiklet sürmeye alışık olmadığımızdan iyice kaptırıyoruz kendimizi. Daha sonra ise Barselona plajına doğru gidiyoruz. Nice plajına göre kat kat daha büyük daha güzel bir deniz diyebilirim. Plajda binlerce insan var. Bisikletlerimizi kilitleyip kendimize plajda bir yer buluyoruz. Diğer iki arkadaşım denize giriyorlar ama ben hem denize girmek istemediğimden hem de eşyalarımıza göz kulak olmak için plajda oturuyorum. Arkadaşlarımın anlattığına göre ise su gerçekten çok güzel ki zaten yaklaşık bir saat boyunca sudan çıkmadılar sağolsunlar. Tekrardan bisikletlerimize atlayıp hava kararmaya yakın biraz daha sokakları geziyoruz ve oradan hostele dönüp çantalarımızı hazırlıyoruz. Sabah Paris trenimiz var. Geceyi ise tabi ki yine dışarıda geçireceğiz. Tren garının önüne her zamanki gibi yerleşiyoruz ancak bu sefer bir aptallık yapıyoruz. Çok yorgun olduğumuz için kimsenin nöbet tutmaya niyeti yok. Bu yüzden kafaları koyduğumuz gibi dalıyoruz uykuya. Sabah adamın biri bizi uyandırıyor ve tek kelime İngilizce bilmiyor. El kol hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama anlamıyoruz. Sonra ise telefonlarımızın olmadığını fark ediyor üstüne bir de yetmezmiş gibi arkadaşımın el çantası yok. Kaçınılmaz son. Soyulduk. Adamın gösterdiği yöne doğru ben ve arkadaşım koşmaya başlıyoruz ama nafile. Hiçbir şey yok. Moraller bozuk olarak gerisin geriye dönüyoruz ve bizi bekleyen diğer arkadaşımızla beraber çantalarımızı toplamaya başlıyoruz. Bir buçuk saat kadar sonra trenimiz kalkacak. Yalnız el çantası çalınan arkadaşım bir şeyin farkına varıyor. Interrail bileti yok. O ufak el çantasında ıvır zıvır şeyler taşıyan bu yüzden çalındığı için çok da üzülmediğimiz çantanın içine o gece Interrail biletini koymuş. Tamamen çökmüş durumdayız. O bilet olmadan arkadaşın trene binmesi imkânsız. Anca para verip bilet alması lazım ki normal bilet fiyatları neredeyse 100 Euro’dan başlıyor ve tabi ki o kadar paramız yok. Resmen ortada kaldık. Bir umut arkadaşımla beraber karakola gidiyoruz. Belki tren garında bir kamera vardır da bir şekilde hırsızlara ulaşılabilir vs. diye. Polise durumu anlatıyoruz ama koskoca Barselona garında bize kamera olmadığını söylüyor üstüne üstlük yaklaşık 1 saat kadar da bizi orada tutanak doldurmak için tutuyor. Tren saatimiz ise çok vaktimiz kalmadı. Karakoldaki işlemleri hallettikten sonra koştura koştura gara gidiyoruz. Trene nasıl bineceğimiz hakkında bir fikrimiz yok. Sonra arkadaşımın aklına bir fikir geliyor. Avrupa’daki bütün trenler tam saniyesinde kalktığı için son dakikaya kadar bekliyoruz. Sonrasında ise aceleyle trene koşup kapıdaki görevliye aramızdan biri bir bilet gösterip acelemiz var Interrail yolcusuyuz diyerek diğer ikimizi hızlıca geçirecekti. O kadar kısa süre içinde böyle aptalca bir plandan başka bir şey gelmemişti aklımıza ama gerçekten işe yarıyor ve bir arkadaşımız bileti olmamasına rağmen trene biniyor ve rahat bir oh çekiyoruz. Trende ise ben ve arkadaşım elimizde Barselona karakolundan aldığımız tutanaklarla birbirimize bakıp gülüyoruz. Bundan böyle Barselona emniyetinde kaydımız var.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder