Elimizdeki tren
saatlerine göre akşam hava karardığında Barselona’da olacağız ama kendi
aptallığımız yüzünden maalesef bu saat biraz daha gecikiyor. Birinci aktarma,
ikinci aktarma, üç, dört derken beşinci aktarmayı yapacağımız treni ağır
davranmamızdan yani trenin kapıları kapanıp inemediğimiz için kaçırıyoruz
maalesef ve mecburen bir sonraki durakta iniyoruz. Fransa’nın adını sanını
bilmediğimiz ufacık bir köyünde resmen hapsoluyoruz. Moraller sıfırında altında
çünkü Barselona’ya tek gidiş yolumuzu çöpe atıyoruz. İstasyondaki görevliden
yardım istiyoruz ve adam bize tekrardan bir harita çıkarıyor. Ancak şöyle bir
şey var. Resmen zamanla yarışacağız. Üç aktarma yapıp son istasyondaki
Barselona trenine yetişmemiz gerekiyor. Başka çaremiz olmadığından düşüyoruz
tekrar yola. Son istasyona geldiğimizde hemen Barselona trenini arıyoruz ve tam
karşı peronda tren kalkmaya hazırlanıyor. Deparı bastığımız gibi tam kapılar
kapanırken kendimizi içeri atıyoruz ve tren kalkıyor. Suratlarımızda saçma bir
gülümsemeyle birbirimize bakıyoruz. Oysaki daha önceden ağır davranmamış olsak
bu aksiyonu yaşadığımız saatlerde çoktan Barselona’ya varmış olacaktık. Birkaç
saatlik tren yolculuğundan sonra Barselona’ya iniyoruz ve önceden
rezervasyonumuzu yaptığımız hosteli aramaya koyuluyoruz. Fazla zorlanmadan da
buluyoruz. O yorgunlukla da kendimizi yataklara attığımız gibi uyuyoruz. Sabah
ilk iş şehri tanımak ve biraz yürümek. Şehrin merkezindeki La Rambla Caddesi
bunun için oldukça uygun. Biraz yürüdükten sonra direkt olarak Nou Camp
Stadyumu’na doğru gidiyoruz. Oraya kadar gitmişken görmek lâzım tabi. Giriş
ücretini tam olarak hatırlamıyorum ama bizim bütçemiz için oldukça fazlaydı.
Biz de bu stadın içerisine girme sevdasından vazgeçip etrafında turlamaya başlıyoruz
ve şans yine bizim yanımızda. Stadın kapılarından biri çarpıyor gözümüze.
Yarıya kadar açık. Çaktırmadan kapıdan içeri süzülüyoruz ve kendimizi stadın
otoparkında buluyoruz. Hızlı hızlı merdivenleri çıkıp son basamağa geldiğimizde
bir de bakıyoruz içerideyiz. Hemen birkaç fotoğraf çekiyoruz, şöylece bir stadı
izliyoruz ve güvenlik yanımıza gelip bizi apar topar dışarı çıkarıyor. Oysa o
kadar da dikkat etmiştik kimse görmesin diye ama olsun, yine de istediğimizi
alıyoruz hem de bedavaya. Bu mutlulukla rotamızdaki diğer bir yer Gaudi’nin
eseri Park Guell’e gidiyoruz. Oldukça huzurlu ve büyük bir yer. Kesinlikle
görmeden gelmemeniz gereken yerler arasında. Birinci günü böylece bitiriyoruz
ve hostelin yolunu tutuyoruz. Gün boyunca yürüdük. Aslında metro ağlarıyla her
yere rahatça ulaşılabiliyor ama her şehirde olduğu gibi burada tercihimiz gerek
maddi açıdan gerekse şehri daha çok gezmek açısından yürümek yönünde oluyor.
Bir sonraki günün plânında teleferiklerle şehrin üst noktası olan Montjuic
Tepesi’ne çıkmak ve buradan şehir manzarasını izledikten sonra yine Gaudi’nin
bir eseri olan Sagrada Familia (Bitmeyen Kilise)’ya gitmek var. Sabah erken
saatte tekrardan Barselona sokaklarındayız. Elimizdeki şehir haritasından
yararlanarak bizi Montjuic Tepesi’ne götürecek teleferiklere ulaşıyoruz.
Teleferik yolculuğu yaklaşık 3 – 4 dakika kadar sürüyor. Tepeye vardığınızda
ise Barselona ayaklarınızın altında. Şehir manzarasını izleyerek epeyce bir
süre geçiriyoruz orada. Daha sonra tekrardan teleferik kullanmayıp yürüyerek
aşağı doğru iniyoruz. Şimdiki hedefimiz Sagrada Familia. Şehir haritasından
bulmak oldukça kolay. Vardığımızda yine aynı hüsran. Müthiş bir sıra var.
Aslında içeri girmeye niyetliyiz ama bu sefer sıra gerçekten bitecek gibi
değil. Biz de Sagrada Familia’yı dışarıdan izleyip ve incelemekle yetinip
yolumuza devam ediyoruz. Sonrasında ufak bir pişmanlık duymadık değil tabi
inanın binanın dış yapısı bile gerçekten çok etkileyici. Sokaklarda yürümeye
devam ederken birden gözümüze çok etkileyici bir bina çarpıyor ve anında bu
binanın da bir Gaudi eseri olduğunu anlıyoruz. Adı ise Casa Mila. Sonrasında
öğreniyoruz ki Barselona’nın en güzel binalarından biri olarak kabul
ediliyormuş. Bugünü de bitiriyoruz ve birkaç şişe şarap alıp hostelin yolunu
tutuyoruz. Hosteldeki insanlarla biraz muhabbet edip onlara şarap ikram
ediyoruz. Geceyi bu şekilde geçirdikten sonra sabah ilk işimiz gidip birer
bisiklet kiralamak oluyor. Amacımız son günümüzde hem şehri bisikletlerle daha
da ayrıntılı gezmek hem de Barselona plajına ulaşıp denize girmek. Bisikletleri
gün boyu kiraladıktan sonra hiçbir yol haritası çıkarmadan öylece sürüyoruz.
Türkiye’de bu kadar rahat bisiklet sürmeye alışık olmadığımızdan iyice
kaptırıyoruz kendimizi. Daha sonra ise Barselona plajına doğru gidiyoruz. Nice
plajına göre kat kat daha büyük daha güzel bir deniz diyebilirim. Plajda
binlerce insan var. Bisikletlerimizi kilitleyip kendimize plajda bir yer
buluyoruz. Diğer iki arkadaşım denize giriyorlar ama ben hem denize girmek
istemediğimden hem de eşyalarımıza göz kulak olmak için plajda oturuyorum.
Arkadaşlarımın anlattığına göre ise su gerçekten çok güzel ki zaten yaklaşık
bir saat boyunca sudan çıkmadılar sağolsunlar. Tekrardan bisikletlerimize
atlayıp hava kararmaya yakın biraz daha sokakları geziyoruz ve oradan hostele
dönüp çantalarımızı hazırlıyoruz. Sabah Paris trenimiz var. Geceyi ise tabi ki
yine dışarıda geçireceğiz. Tren garının önüne her zamanki gibi yerleşiyoruz
ancak bu sefer bir aptallık yapıyoruz. Çok yorgun olduğumuz için kimsenin nöbet
tutmaya niyeti yok. Bu yüzden kafaları koyduğumuz gibi dalıyoruz uykuya. Sabah
adamın biri bizi uyandırıyor ve tek kelime İngilizce bilmiyor. El kol
hareketleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama anlamıyoruz. Sonra ise
telefonlarımızın olmadığını fark ediyor üstüne bir de yetmezmiş gibi
arkadaşımın el çantası yok. Kaçınılmaz son. Soyulduk. Adamın gösterdiği yöne
doğru ben ve arkadaşım koşmaya başlıyoruz ama nafile. Hiçbir şey yok. Moraller
bozuk olarak gerisin geriye dönüyoruz ve bizi bekleyen diğer arkadaşımızla
beraber çantalarımızı toplamaya başlıyoruz. Bir buçuk saat kadar sonra trenimiz
kalkacak. Yalnız el çantası çalınan arkadaşım bir şeyin farkına varıyor.
Interrail bileti yok. O ufak el çantasında ıvır zıvır şeyler taşıyan bu yüzden
çalındığı için çok da üzülmediğimiz çantanın içine o gece Interrail biletini
koymuş. Tamamen çökmüş durumdayız. O bilet olmadan arkadaşın trene binmesi
imkânsız. Anca para verip bilet alması lazım ki normal bilet fiyatları
neredeyse 100 Euro’dan başlıyor ve tabi ki o kadar paramız yok. Resmen ortada
kaldık. Bir umut arkadaşımla beraber karakola gidiyoruz. Belki tren garında bir
kamera vardır da bir şekilde hırsızlara ulaşılabilir vs. diye. Polise durumu
anlatıyoruz ama koskoca Barselona garında bize kamera olmadığını söylüyor
üstüne üstlük yaklaşık 1 saat kadar da bizi orada tutanak doldurmak için
tutuyor. Tren saatimiz ise çok vaktimiz kalmadı. Karakoldaki işlemleri
hallettikten sonra koştura koştura gara gidiyoruz. Trene nasıl bineceğimiz
hakkında bir fikrimiz yok. Sonra arkadaşımın aklına bir fikir geliyor.
Avrupa’daki bütün trenler tam saniyesinde kalktığı için son dakikaya kadar
bekliyoruz. Sonrasında ise aceleyle trene koşup kapıdaki görevliye aramızdan
biri bir bilet gösterip acelemiz var Interrail yolcusuyuz diyerek diğer ikimizi
hızlıca geçirecekti. O kadar kısa süre içinde böyle aptalca bir plandan başka
bir şey gelmemişti aklımıza ama gerçekten işe yarıyor ve bir arkadaşımız bileti
olmamasına rağmen trene biniyor ve rahat bir oh çekiyoruz. Trende ise ben ve
arkadaşım elimizde Barselona karakolundan aldığımız tutanaklarla birbirimize
bakıp gülüyoruz. Bundan böyle Barselona emniyetinde kaydımız var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder