7 Nisan 2015 Salı

Roma

Bütün hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra İstanbul’dan yaklaşık üç saatlik bir uçak yolculuğuyla ilk durağımız olan Roma’ya indik. Havaalanından sizi şehir merkezine götüren otobüsler var ve kişi başı 10 Euro gibi bir ücret alıyorlar. Şehir merkezine geldiğimizde öncelikle rezervasyon yapmış olduğumuz hosteli aramaya koyulduk. Bizi biraz uğraştırsa da sonunda bulduk ve hostele yerleştikten sonra şehri tanımak için şehir merkezinde dolaşmaya başladık. Bu arada unutmadan söyleyeyim. Hostel fiyatları Avrupa’nın hemen hemen her yerinde geceliği 20 Euro’dan başlıyor. İlk gün şehri biraz tanıdıktan sonra şehir haritasından daha önceden gezmek için kararlaştırdığımız yerleri bulduk ve hangi gün nereye gideceğimizin plânını yaptık. Toplu taşıma çok pahalı değil ancak elinizden geldiğince kullanmamaya çalışın. Çünkü çok iyi düzenlenmiş Roma sokaklarında tarihi mimariler eşliğinde yürümek size unutamayacağınız anılar sağlıyor. Bizim Roma’daki ilk durağımız Kolezyum oldu. Eğer çok erken saatlerde gitmeyip öğle saatlerine bırakırsanız saatlerce sırada bekleyebilirsiniz. Kolezyum’u gezdikten sonra Kolezyum çevresinde yer alan Antik Roma’yı keşfe çıkarak kralın ve halkın yaşadığı alanları gördük. Böylelikle birinci günümüzü tamamlamış olduk. İkinci günümüzde Roma sokaklarında biraz turladıktan sonra şehir merkezinde birkaç savaş ve tarih müzesi gezdik. Kesinlikle görülmesi gereken yerler diyemem ama yine de gezmekte fayda var. Akşam saatlerine doğru hazır İtalya’ya gelmişken pizza yemeden dönmeyelim dedik ve bir kafeye girdik. En ucuzundan birer pizza söyledik ama üçümüzde beklediğimiz tat farkını bulamadık. Belki de en ucuzundan söylediğimiz içindi, bilemiyorum. Karnımızı tam olarak doyuramadığımızdan ucuz bir şeyler bulmak için biraz daha gezindik ve ilk gördüğümüzde çok şaşırdığımız ama sonrasında gittiğimiz her yerde görünce alıştığımız kebapçılardan birini gördük. Büyük bir sevinçle belki Türk çıkarlar umuduyla ‘’Selamın Aleyküm’’ diye daldık içeri ve beklediğimiz cevap geldi ‘’Aleyküm Selam’’. Ayaküstü samimi bir memleket muhabbeti ve ardından benim adamlarla hemşeri çıkmam sonucunda indirimli verilen yarım ekmek arası dönerler. Anlayacağınız güzel bir anı. Hava karardığında ise kendimizi İspanyol Merdivenleri’nde yüzlerce insanla otururken bulduk. Merdivenlerin çevresindeki sokak müzisyenleri ve insanların mutlulukları günün yorgunluğunu almıştı üzerimizden. Üçüncü gün ise plânımız sabahtan Vatikan’a gidip akşam da Fontana Di Trevi yani Aşıklar Çeşmesi’nde Roma gezimizi tamamlamaktı. Şehir merkezinden kalkan otobüslerle yaklaşık yarım saatlik bir yolculukla Vatikan’a ulaştık. Dünyanın en küçük ülkesi olarak kabul edilen Vatikan gerçekten gezilmeye ve görülmeye değer. Vatikan Müzesi, San Pietro Kilisesi ve Sistine Chapel’i görmeden dönmek kesinlikle büyük bir hata olacaktır. Kolezyum’da olduğu gibi Vatikan’da da çok fazla sıra beklemeniz gerekiyor. Ayrıca unutmadan söylemekte fayda var. Vatikan’ın bazı bölümlerine kadınların şort ve mini etekle girmeleri yasak. Bu yüzden Vatikan’a gitmeden önce bunu göz önüne alarak giyinirseniz sonrasında bir problem yaşamazsınız zira gözümüzün önünde yaklaşık 10 kişi bu sebepten saatlerce sıra beklemelerine rağmen içeri alınmadı. San Pietro Kilisesi görüp görebileceğiniz en iyi kiliselerden biri diyebilirim. Açıkça söylemek gerekirse bizim ağzımız açık kaldı. Müthiş bir mimari, müthiş işlemeler ve müthiş bir ihtişam. Kilisenin en üstündeki kubbeye çıkarak müthiş bir şehir manzarası izleyebilirsiniz ancak kubbeye çıkmak için çok fazla merdiven çıkmanız gerekecek. Hatırladığım kadarıyla biz iki kere mola vermiştik kubbeye çıkan merdivenleri tırmanırken. Kubbeye çıkıp şehri de izledikten sonra sıra geliyor Sistine Chapel’e. Müthiş bir mimari ve hepsi birbirinden şaheser sanat eserleriyle başbaşayız. Özellikle Sistine Chapel’in tavanında yer alan Michelangelo'nun ‘’Adem’in Yaratılşı’’ isimli eserinden gözlerimizi alamıyoruz. Bunun dışında da birçok İtalyan Rönesans ressamlarının eserlerini görmek mümkün. Açık söylemek gerekirse resim sanatını pek anlayan ve pek de seven biri değilimdir ama Sistine Chapel’e kesinlikle bir kez daha yolumun düşmesini istiyorum. Vatikan gezisi de bittikten sonra hava kararmaya başlıyor ve kendimizi Aşıklar Çeşmesi yolunda buluyoruz. Vardığımızda ise tahmin ettiğimizden daha güzel bir atmosferle karşı karşıya kalıyoruz. 1960 yılında Federico Fellini’nin çektiği Dolce Vita filminde Anita Ekberg’in Aşıklar Çeşmesi’ne girdiği sahneyi hatırlıyor insan ister istemez. Bütün akşamımızı orada geçiriyoruz ve tekrardan gidip görmek istediğimiz yerler listesine hiç şüphe etmeden ekliyoruz kendisini. Yalnız şunu unutmayın, siz siz olun bizim yaptığımız gibi üç erkek gitmeyin oraya. Herkes çift halinde oturup oranın tadını çıkarırken üç erkek oturup birbirimize bakmamız inanın hiç hoş değildi. Gece sonunda hostele dönüyoruz. Sabah Venedik trenimiz var. Ancak hostele bir gece daha para ödemek gibi bir niyetimiz yok. Bu yüzden geceyi dışarıda geçirmek üzere çantalarımızı alıp Termini tren garının yolunu tutuyoruz. Normalde Avrupa’da gece saat 01.00 ve 04.00 arasında bütün tren garları kapalıdır ve hiçbir şekilde sizi gar içerisinde yatırmazlar ancak Termini’deki güvenlik görevlileri oldukça iyi yürekli çıktı ve bizimde içinde bulunduğumuz yaklaşık 30 – 40 kişinin sabahlaması için garın içinde yatmasına izin verdiler.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder