Sıra geliyor
yolculuğumuzun sondan bir önceki durağa Paris’e. Tabi ki en çok merak ettiğimiz
yerlerden biri ve şehir içindeki rotamız oldukça geniş. Hava kararmasına yakın
Paris’e iniyoruz ve otelimizi aramaya koyuluyoruz. Evet bu sefer otelde
kalacağız çünkü geceliği hostelle aynı fiyatta bir otel bulduk. Oteli bulmakta
biraz zorlanıyoruz çünkü metro hattını kullanmamız gerekecek ve Paris metro
hattı resmen bulmaca gibi bir yer. Sürekli aktarma yapmanız gerekiyor ve şehrin
en uç noktasına kadar bile metro ulaşıyor. Otelimizin bulunduğu durakta iniyor
ve sora sora oteli buluyoruz. Gezi boyunca kaldığımız en iyi yer. Kendimize
özel odamız, tuvaletimiz, banyomuz var ve dediğim gibi hostellerle aynı fiyata.
Üzerimizde müthiş bir yorgunluk olduğu için kendimizi yatağa attığımız gibi
uyuyoruz. Deliksiz bir uykudan sonra sabah kalkıyor ve ilk işimiz koştura
koştura Disneyland’a gitmek oluyor. Uzun bir metro yolculuğundan sonra
Disneyland’e varıyoruz. Bütün günümüzü orada geçireceğiz. Gerçekten de
çocukluğumuza döndürüyor bizi. Her yer çizgi film karakterleriyle ve çizgi
filmlerdeki evlerle donatılmış devasa bir alan ve oyuncaklar. İçerideki bütün
oyuncuklara biniyoruz. Küçüklere yönelik oyuncaklar ağırlıkta ama büyüklere
yönelik oyuncaklar da var. Özellikle Roller Coaster’lar tekrar tekrar binilecek
cinsten. Bütün oyuncaklar için çok fazla sıra beklemeniz gerekiyor ama inanın
buna değiyor ki zaten dediğim gibi bütün gününüzü rahatlıkla orada
geçirebilirsiniz ve Paris’teki ilk günümüzün tamamını orada geçiriyoruz. Gece
müthiş bir yorgunlukla otele dönüyor, bir şeyler yiyip duşumuzu aldıktan sonra
yatıyoruz. Ertesi günün planı çok dolu. Öncelikle Louvre Müzesi’ne, oradan
Şanzelize’yi geçip Eyfel Kulesi’ne gideceğiz. Louvre Müzesi’ne giriş öyle çok
pahalı değil. Yaklaşık 6 – 7 Euro gibi bir fiyat. Gez gez bitmeyecek denilen
türden bir yer ama gerçekten de eşsiz bir müze. Herkes gibi önceliğimiz tabi ki
Mona Lisa tablosunu görmek oldu. Yanına yaklaştırmıyorlar. O yüzden biraz uzaktan bakmak durumundayız.
Fazlasıyla koruma var tablonun etrafında ama fotoğraf çekmeye karışmıyorlar.
Yaklaşık 3 saat kadar bir süre müzede kaldıktan sonra çıkıp Şanzelize’ye gidiyoruz.
Upuzun ve çok geniş bir cadde. 15 – 20 dakika kadar caddede yürüdükten sonra
Eyfel’i uzaktan görüyoruz ve adımlarımızı biraz daha hızlaştırıyoruz. En çok
merak ettiğimiz ve görmek istediğimiz yerlerden biri olan Eyfel’e geliyoruz.
Gerçekten etkileyici ve bunun yanı sıra hem bulunduğu alan hem de çevre alanlar
gerçekten çok iyi düzenlenmiş. Saatlerce vakit geçirebiliyorsunuz. Çimenlere
yayılıp öylece Eyfel’i ve etrafı izliyoruz. Sonra arkadaşımla beraber gidip
birer şarap alıp geri dönüyoruz ve çimenlere yayıldıkça yayılıyoruz. Hava
kararmaya başlıyor ve etraf iyice hareketleniyor. Gece ise kulede bir ışık şovu
başlıyor. Metro saatinin kapanmasına yakın toparlanıyoruz ve otele dönüş yoluna
koyuluyoruz. Yine otelde çok güzel bir uyku ve sabah kahvaltının ardından bu
sefer ki rotamız Montmarte Tepesi, Sacre Coeur Bazilikası ve Notre Dame
Katedrali. Montmarte Tepesi şehri tepeden izleyebileceğiniz bir yer ve
gerçekten eşsiz bir manzarası var. Aynı zamanda Sacre Coeur Bazilikası’nı da
barındırıyor. Tepeden biraz şehri izleyip sonra da bazilikaya giriyoruz.
Şansımıza bir ayine denk geliyoruz ve tamamen dolu bir bazilikada ayine katılma
fırsatı buluyoruz. Bazilikayı gezdikten sonra Notre Dame Katedrali’ne doğru
yola koyuluyoruz. Katedrali de gezdikten sonra şehir içinde biraz yürüyüp
etrafı gezeceğiz. Notre Dame Katedrali gerçekten etkileyici. Özellikle mimari
açıdan müthiş bir görsellik sunuyor. Paris’e gitmişken görülmesi gerekenler
listesine konulmalı. Yine hafiften bir yorgunluk başlıyor ve bir yere oturup
konservelerimizden bir tanesini yiyoruz. Hava kararmış durumda. Metroyu
kullanmayıp yavaş yavaş otele doğru yürümeye başlıyoruz. Ertesi gün son
günümüz. Paris gerçekten dolu dolu geçiyor. Son gün planımız ise Moulin Rouge,
Sorbonne Üniversitesi ve oradan Lüksemburg Sarayı’na geçip en sonda da geceyi
geçirmek için tekrardan Eyfel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder